Önsöz


HER ŞEY NASIL BAŞLADI…

Bütüncüllük Arayışında-In Search of an Integrative Approach

Uzm. Dr. Seda Öztürk

Bu yazının amacı, hem hekim olarak mesleğimi geliştirmek adına yıllar içinde şahsi arayışlarımı, hem de “Nogier Türkiye” adıyla Türkiye’ye taşıdığımız bu eğitim sürecinin ortaya çıkış hikayesini anlatmaktadır.

Bütüncül Tedaviler” arayışının benim için ne ifade ettiğini, bu arayışın neden ortaya çıktığını ve ne aşamalardan geçtiğimi paylaşarak benzer arayışlar ve sorgulamalar içinde olan meslektaşlarıma bir örnek sunmak istiyorum.

Tıp Fakültesi bittikten sonra çok hevesle ve isteyerek girdiğim “Anestezi ve Reanimasyon” Uzmanlığı ihtisasının ne fiziksel kapasiteme ne de yapıma tam  da uygun olmadığını anladığım anda istifa ettim ve başka bir yöne yöneldim. Benim bolca hasta dinlemeye, onlarla  konuşmaya ve seyahat edebilmeye ihtiyacım vardı ve o branşta bunlar benim için istediğim kadar mümkün değildi.

Dermatoloji ihtisasına başladıktan sonra, bu branşın benim için gerçekten de biçilmiş kaftan olan olduğunu anlamam kısa sürdü. Hiçbir şey göründüğü gibi  yüzeysel değildi. Yüzeyde görünen bulgular çok daha derindeki pek çok şeyle ilgiliydi ve deri devasa bir organ sistemiydi, her şeyle ilişkisi olan, hepsini örten, kavrayan, gizleyen ama aynı zamanda sırlarına dair ipuçları veren…

Dolayısıyla Dermatoloji ihtisası benim için sadece bir branşta uzmanlaşma konusu değildi. Daha ziyade belli bir branşta özelleşirken, bu sırada yapılan gözlemler ve bütünü daha iyi anlayabilmek adına verilen çabalar bütünüydü. Çünkü bir parça üzerinde çalışırken, o parçanın bütünün diğer parçalarıyla olan bağlantılarını gözlemek mümkündür. Bir süre sonra konu aslında sadece o parçaya ait olmaktan çıkar çünkü her parça bütünün bilgisini içerdiği için yaklaşım ve anlayış her daim bütüne aittir.

Başkent Üniversitesinde ihtisas yaparken, aralıksız olarak poliklinikte çalıştığım dönemlerde ve sonrasında da uzun süre yine aynı şekilde görev yaptığım özel sektörde on binlerce hastayla görüşme ve her biriyle uzun uzun sohbet etme fırsatım oldu.

Bu süreçleri yaşarken dikkat ettiğim başlıca unsur, belli türdeki hastalıkların belli mizaçtaki kişilerde ortaya çıkıyor olmasıydı. Tekrar tekrar aynı hikayeleri dinleme nedeniyle giderek belli bağlantılar kafamda oluşuyordu. Fiziksel hastalıkların psikolojik yapılar ve duygularla bağlantılarını bulmaya çalışıyordum.

Daha da önemlisi, birbiriyle ilgisiz gibi görünen pek çok semptom ya da hastalığın, aslında aynı duygusal, psikolojik temele dayalı olduğunu keşfettiğim durumlardı. Yani farklı hastalıklar gibi görünen hastalıklar ortak bir psikolojik kökene bağlı olabiliyorlardı.

İhtisas dönemim biter bitmez hemen önce lisans üstü eğitim yapabilmek için sınava girdim ve Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde Fitoterapi bölümüne kabul edildim.

Doğrusunu söylemek gerekirse, ihtisasımın sonuna doğru ailemde yaşanan çaresiz bir hastalık ve onun sonucu gelen erken ve travmatik bir ölüm olgusuydu aslında beni Fitoterapi alanına iten, evet hastalıkları anlamlandırma, kökenine inme, önleyici yaklaşma  arayışım hep vardı ama  böyle bir üzüntü, ızdırap ve çaresizlik olmasaydı, belki de bu kadar yoğun bir arayış motivasyonum olmayacaktı, kim bilir… O zamana kadar duyduğum ve bildiğim standart tıbbi eğitimden farklı tek tıbbi alandı Fitoterapi, sadece onu duymuştum, bu nedenle de ona yöneldim…

Ancak bu eğitimim devam ederken tamamlayıcı tıp alanındaki araştırmalarım da devam ediyordu ve araştırmalarım sırasında “Akupunktur” ile tanışınca bu tedavi yöntemini de öğrenmeye karar verdim. Yine başka bir sınav ve ardından Gazi Üniversitesinde Akupunktur eğitimine başladım.

O zamana kadar pek çok felsefeyi okumuştum, ancak “Geleneksel Çin Tıbbı”nın dayandığı Yin/Yang prensibini anladığımda çok etkilendim. 5 element kavramını ve nasıl kullandığını öğrendiğimde, daha önce hastalarımın bana anlattığı ve Batı Tıbbı perspektifinden bakıldığında anlamsız gelen pek çok şey, birdenbire anlam kazanmıştı. Batı Tıbbının bilgi ve yöntemlerini artık “Geleneksel Çin Tıbbı” ile birlikte kullanabilir hale gelmiştim.

Türkiye’deki Fitoterapi eğitimi bana pek çok şey öğretmişti ama bir parçası eksikti; o bitkisel tedaviye uygun hastanın seçilmesi… Şu hastalığa bu bitkinin şu şekilde etkili olabileceği gibi bir yaklaşımın ötesi yoktu ne yazık ki. Oysa hastalığı değil, o kişiyi, o hastayı tam anlamıyla bilebilmek ve ona uygun bitkiyi seçebilmek istiyordum ben, yoksa klasik ilaç tedavisinden çok da farkı kalmıyordu fitoterapinin benim açımdan. İyiydi, hoştu, etkiliydi ama sorularımın cevabını bulamamıştım.

Çin Tıbbı, kendi içinde bütüncül bir bakıştan doğan ve varoluşu ve içindeki her parçayı birbiriyle bağlantılı kabul eden bir sistemdir. “Geleneksel Çin Tıbbı” eğitimi Çin’de Üniversite seviyesinde verilmektedir ve Akupunkturun yanı sıra Çin Bitkileri ile tedavi, Tuina Masajı, Qigong gibi başka yöntemleri de kapsar ve orada Fitoterapi, Çin’in bitkilerle tedavi sistemi olarak, akupunktur ile birlikte kocaman bir “Geleneksel Çin Tıbbı” sistemi içinde teşhis ve tedavi amacıyla kullanılmaktadır.

Daha çok ve kapsamlı bilgi edinmek istiyordum. Böylece Çin’e gitme fikri ortaya çıktı. Hazırlıklarımı yaptım, gündelik hayatta ihtiyacım olacak kadar Çince öğrendim ve Nanjing Geleneksel Çin Tıbbı Üniversitesi’ne doğru yola çıktım.

Akupunktur muazzam bir sistemdi ama çok karmaşıklaştırılmıştı. İyi bir uygulayıcı olmak teorik bilgiden fazlasını gerektiyordu ve yıllarca bir ustanın yanında çalışacak kadar Çin’de kalmak istemiyordum (Not: Yıllar sonra Akupunkturun bu kadar karmaşıklaştırılmadan önceki “saf” ve basit halini bana öğreten bir ustayı kaderin bir oyunu olarak Çin’de değil de Fransa’da buldum bu arada…)

Ayrıca Akupunktur benim de içinde eğitildiğim Klasik Tıbbi Sistem’in bilgilerinden ziyade temelinde bir felsefi anlayış bulunan (Taoizm) muazzam bir “başka” sistemdi. Kadim zamanlardan geliyordu ama çağın bile ötesindeydi, öyle ki etki mekanizmalarını tam ortaya dökmek için bile daha gelişmiş bir tıbbi anlayış ve buluşlara ihtiyaç vardı.(Not: ancak çağın bölüp parçalama etkisi Çin’de de yaşamın her alanında çok yoğun yaşanmaktaydı. Kendi köklerinden uzaklaşma, ona dair bilgisizlik çağın getirisiydi anlaşılan…)

Çin seyahatimin bana sağladığı en büyük yararlardan biri, kulak akupunkturu konusunda derinleşmem gerektiğini anlamam oldu. O dönemlerde, kulak akupunkturunun, Çin akupunktur sisteminin içinde olduğunu, bir mikrosistem olduğunu ama bu konuyu daha iyi incelemiş ve batı tıbbının nörolojik bilgilerini de kullanarak sistematize etmiş olan kişinin Fransız bir hekim olan Paul Nogier olduğu şeklinde bir bilgiye sahiptim (Not: Fransa’da onun kurduğu okulda birebir eğitim alana kadar bu bilginin hatalı olduğunu ve bazı yanlış anlamalar içerdiğini bilmiyordum).

“Kulak Mikrosistemi” kavramı bana çok cazip gelmeye başlamıştı çünkü muazzam bilgi yığınından kurtulup akupunktur tedavisinde daha küçük ama etkili bir alana hakim olabileceğimi düşünmüştüm. (Not: Bu arada bulduğum şey ne mikrosistem ne de akupunktur değildi ama iyi ki öyle sanmış ve gitmişim, konuyu ancak Fransa’ya gidip eğitimlere başladığımda anladım).

Tüm dünyada Auriküloterapi (Fransız Kulak Akupunkturu olarak da anılır) yönteminin babası olarak tanınan olan Paul Nogier, akupunktur, psikoterapi, homeopati ve manipülatif tıp alanlarında çalışmıştı. Bu alanlardaki çalışmaları ve yaşamın bazı tesadüflerine karşı uyanık ve farkında duruşu, onun 1951 yılında Auriküloterapi yöntemini keşfetmesini sağlamış ve 10 yıl sonrasında da Aurikülomedicine adını verdiği sistemi geliştirmişti.

Paul Nogier’nin çalışmaları tüm dünyada iyi bilinmekte, Avrupa’da, Amerika’da ve akupunkturun anavatanı olan Çin’de öğretilmekte ve kullanılmaktadır. Paul Nogier 1996 yılında vefat etmişti. Ancak kurduğu okulun (GLEM) başına kendi yetiştirdiği başka bir hekimi, oğlu Raphael Nogier’yi bırakmıştı.

Eğitimlere başlamak için hemen onlara yazdım. Ancak ufak bir sorun vardı. Eğitimleri Fransızca veriyorlardı. Zaman zaman İngilizce eğitimler de oluyordu ama genellikle program Fransızcaydı. Benim için fark etmezdi. Fransızca öğrenmeye başladım. 9 ay sonra Fransa’da eğitime başladım.

Paul Nogier kulakta bir refleks sistem, bir “kartografi” keşfetmiştir (Kulakta vücut sistem ve organlarının reprezantasyonlarının mevcut olması) ve vücutta belli frekanslara karşılık veren kulak ve deri alanlarını belirlemiştir. Ayrıca bu frekansların belli hücresel işlevlerle ilişkilerini de keşfetmiş ve bunlarla ilişkili hastalıkları ve tedavi yöntemlerini de belirlemiştir. Kulak beyni komutlamak için bir nevi kumanda merkezi gibi görev yapmaktadır. Küçük bir alandan maksimum etki sağlamak mümkündür (Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgiyi internet sitemizde  ve seminerlerimizde bulabilirsiniz).

Bu eğitim bana beslenme ve gıda duyarlılıkları konusunda da yeni ufuklar açtı. Çünkü Dr. Raphael Nogier  beslenme ve besin duyarlılıkları konusunda da yoğun bir şekilde çalışıyordu. Bunları tespit etmek için bazı teknikler geliştirmişti ve geliştirmeye de devam ediyordu. Bu öğrendiğim yöntemler, alerji ve intoleranslar (duyarlılıklar) konusunda daha hassas teşhisler yapmama vesile oldu. Ayrıca Dr. Nogier yıllardır birlikte yaşadığım ancak önemsemediğim çeşitli semptomlarımın kaynağı olduğunu bilmediğim bir gıda intoleransını tespit ederek hayatımdaki önemli yerini daha da perçinledi. Bir hekim olarak, en sevdiğim şeyin, aslında gizli düşmanım ve beni yavaş yavaş zehirleyen şey olduğunu fark etmemiş olmak üzücü olsa da, artık biliyor olmak sonrası için mutluluk vericiydi.

Fransa’da GLEM okulu ve Dr. Raphael Nogier benim için çok değerli ve önemlidir. 2011-2012 yılları arasında Fransa’ya eğitimler için pek çok kez gittim ve Dr. Nogier’den hep çok destekleyici, dostane bir yaklaşım gördüm. Tanıştıktan çok kısa bir süre sonra bana yeni çıkacak olan kitabını çevirmemi önerdi, çeviri haklarını verdiğini gösteren bir belge hazırladı ve verdi ve eğer istersem, Türkiye’ye eğitim vermek için zevkle geleceğini defalarca söyledi. 

Mesleki uygulama konusunda artık rahatlamıştım, kendi uzmanlık alanımda zaten yetkindim, ona eklediğim, temelleri nörofizyolojiye dayanan ama klasik sistemden farklılaşan, ilaçsız ve dengeleme odaklı bir yöntemle yani “Auriküloterapi” ile daha bütüncül ve zararsız bir şekilde hareket edebiliyordum.

Ancak Auriküloterapi eğitimlerini Türkiye’ye getirmeye henüz hazır değildim… Başka yapmak istediklerim vardı, arayışım kendim için devam ediyordu…

Geleneksel Çin Tıbbı ve dayandığı felsefe, beni sadece mesleki değil, yaşamsal ve kişisel gelişim açısından da çekmeye devam ediyordu. Onun önemli bir parçası olan “Qigong” ile ilgili bir eğitim fırsatı ise Türkiye’de karşıma çıktı.

Eğitimlerden biri İstanbul’daydı ve aynı zamanda Geleneksel Çin Tıbbı uzmanı da olan bir usta tarafından verildi. 2013-2014 yılları arasında bu eğitimin 3 basamağını tamamladım. İçeriğini ve hayatımdaki etkilerini anlatmak çok zor ama bu eğitim  benim açımdan “kimyasal reaksiyonun oluşması için eşik değerin aşılması” gibi bir süreçti. Akupunktur’dan dolayı zaten aşina olduğum “Dengelenme” kavramı bu kez bir başka yönüyle önümde açıldı. Geleneksel Çin Tıbbında eksik kalan o gizli parça benim açımdan tamamlanmıştı. Kişiye özel tedavi ve dengelenme kavramını bu kez gerçekten anlamıştım.

Hipnoz eğitimine Qigong eğitimleri devam ederken (2014 yılında) başladım. Hipnoz yaşamımızın bütününü kaplar ve hipnoz eğitimi aslında kendi içinde yaşadığımız hipnozdan çıkabilmek için yolları gösterir. İnandığınız ve güvendiğiniz kişilerden gelen öneriler (olumlu ya da olumsuz) bile sizi hipnotize edebilir yani hipnoz hayatın tam içindedir zaten.

Tıbbi hipnoz kavramı ise sınırlandırılmış, odaklanmış ve sadece doktor ve klinik psikologların uygulamasına izin verilen bir alandır. Tıbbi hipnozda amaç kişinin arzu ettiği dönüşüme yardım etmek için iradesini güçlendirmek ve istenmeyen kalıplardan özgürleşmesine katalizör olmaktır. Kişinin bilinci tamamen yerindeyken, onu bir odaklanma (trans) haline geçirerek yapmayı istediği davranış değişikliklerini gerçekleştirebilmesi için telkin vermek mümkündür.

Hipnoz eğitimi benim için, yaşamsal bir anlayış ve idrak açısından çok önemliydi, klasik hipnoz seanslarını kendi yapıma uygun bulmadım (bir otorite değil kolaylaştırıcı ve yoldaş olmayı seviyorum çünkü) ama orada öğrendiğim şeyler hem kendime, hem yaşama hem de başkalarına ve hastalarıma yaklaşırken bana çok şey verdi.

2015-2016 yılları, bir yandan artık sadece muayenehanemde çalışıp, edindiğim tüm bu deneyimleri hazmeder, uygular ve hastalarımda ortaya çıkan etkilere şahit olurken, bir yandan da gerçek isteklerimi, yapısallığıma uygun süreçleri ve  bu yaşamda kendimin ötesindeki rolümü düşünerek geçti. Artık, şimdiye kadar öğrendiklerimi başka meslektaşlarımla da paylaşmak ve değerli bulduğum ve uğrunda pek çok çaba, uğraş verdiğim, zorlandığım tüm bu süreçleri onlar açısından çok daha kolay ve rahat ulaşılabilir hale getirmek istiyordum. İşte “Nogier Türkiye” eğitim süreci böyle başladı…

2016 yılı sonlarına doğru Dr. Nogier’ye artık Türkiye’ye gelmesini istediğimizi, kendimi eğitim süreçlerine hazır hissettiğimi anlattığımda, her zamanki pozitif ve destekleyici yaklaşımıyla hemen evet dedi. Başlangıçta yılda sadece bir seminer yapma niyetiyle başladık. 2017 yılı Mart ayında ilk seminerimizi yaparken, sürecin bu kadar hızlı ilerleyeceği ve insanların istek ve teşvikleriyle bu şekilde genişleyeceğini bilmiyorduk. Yüreğimizde ve aklımızda bunlar vardı aslında ama yaşamın ne getireceği her zaman sürpriz…

Eğitimler, Fransa’da GLEM okulunda mevcut olan tüm basamakları içerecek ve bu tedavi yöntemini tüm detaylarıyla kavramak isteyen uygulayıcı için gerekli tüm teori ve pratiği kapsayacak şekilde planlandı ve hazırlandı. 

Sizlerle bu süreci paylaşmanın bizim için büyük bir mutluluk olduğunu ve henüz tanışmadıklarımız da dahil olmak üzere, hepinize teşekkür ettiğimizi buradan tekrar ifade etmek istiyoruz.

Paylaşmak isteyen için en büyük hazine, onun paylaşmak istediğini almak isteyen bir kişinin varlığıdır…

Tüm bu süreçleri anlatma sebebimin bir yandan da insana ve hastalıklara bütüncül bakışın ne olduğunu ifade etmek olduğunu yazmıştım;

İnsan varlığının fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal katmanları vardır. Her bir katmanın kendine göre bir işleyişi vardır ancak hepsi birbiriyle bağlantılıdır ve birbirini etkiler. Bu katmanlar, bir kürenin iç içe geçmiş tabakaları olarak kabul edilmelidir. Hepsi birlikte bir sistem oluştururlar ve bu sistem, tüm katmanlar arası ilişkilerle düzenlenir. İnsana dair herhangi bir olgu ya da sağaltım bu katmanların hiçbirinden bağımsız düşünülmemeli ve bütüncüllük arz edecek şekilde düzenlenmelidir. Bunun için gerekli olacak, bu düşünselliğe uygun, tıbbi yöntemler araştırılmalı ve öğrenilmelidir.  Sadece fiziksel düzeyde yapılacak bir yaklaşım, ya da sadece düşünsel bir yaklaşım mevcut bir problemin kökenine inmekte ve sağaltmakta uzun vadede yetersiz kalacaktır.

İnsanın hiçbir organı ya da sistemi (hiçbir parçası), düşünceleri, duyguları ve yaşamsal deneyimleri birbirinden ayrık ya da farklı değildir.

Akıl ve beden iki farklı şey değildir, tek bir şeyin iki yönüdür. En basit gibi görünen bir problem bile bu bağlamda değerlendirilmelidir. Sadece tek tek problemlerle uğraşmak da çoğu kez yeterli olmayabilir, mevcut tüm problemlerin birbirleri arasındaki bağlantılarını kurmak, mümkünse onları ortak kökenlerde buluşturmaya çalışmak, sonra da doğru yaklaşımlarla sağaltmak gereklidir.

Burada sağaltıcı bu işi tek başına yapamaz, problemi olan kişinin de aktif katılımı gereklidir. İstek, sebat, sabır ve istikrar göstererek her seviyede kendi üzerinde çalışmak ve uygulamalar yapmak gerekliliği vardır.

“Nogier Türkiye” olarak bize düşen, bu bütüncül yaklaşıma sahip olduğuna kanaat getirdiğimiz Auriküloterapi adındaki bu tıbbi yöntemin eğitimini en iyi şekilde sağlamak ve arayış içindeki hekimlere kolaylaştırıcı olmaktır…

Sevgiyle.

Uzm. Dr. Seda Öztürk